22 Kasım 2013 Cuma

Viski & Luna

Efe ile beraber, 30'larını geçmiş evli bir çift olarak en mantıklı olanı yaptık; iki tane kedi sahiplendik :D Önce Viski'yi aldık. (Sokak hayvanlarına bağış karşılığı sahibinden, pet shop'lardan hiç hoşlanmıyorum) Evimize ilk geldiğinde 2,5-3 ay arası minnacık bir şeydi. Ama ikimiz de bütün gün işte olduğumuz için gündüzleri çok sıkılıyordu. Baktık bizim verecek daha çok sevgimiz var hadi dedik bir de kardeş alalım oğlumuza. Ve böylece kızım Luna ailemize katıldı.



Viski

İlk hafta kabus gibiydi. Yani Luna 3 aylıktı geldiğinde Viski ise 4 ayı geçmişti. Ben hem erkek olmasından hem de daha büyük olmasından Viski zarar verir diye korkuyordum. Peh... Kız kadırgalı çıktı. Bir kaç kere sağlam dayak attı erkeğe. Evde sürekli bağrışlar, tıslamalar. Açıkçası biraz moralimiz bozuldu. Ama 1 hafta sonunda yavaş yavaş yaklaşmalar, koklaşmalar başladı. Şimdi ise bildiğiniz kanka moddalar. Hatta işten eve gelince şöyle bir bana bakıp oynamaya devam ediyorlar. 


Luna

Şimdi asıl sıkıntı, aralarındaki ilişkinin oyunun ötesine geçmesine izin vermeden birini kısırlaştırmam lazım. Sanırım ilk erkek olacak ama gene de hala erken. Ez az bir 7 aylık olmasını beklemeyi planlıyorum. Hani siyam ve tekirden çok değişik bir kombinasyon çıkabilir ama sağlıkları açısından en mantıklısı bu olacak.



11 Ekim 2013 Cuma

Dizimania

Sayısı ne kadar bilmiyorum ama bir ton yabancı dizinin takipçisiyim. Bazılarını sabırsızlıkla bekliyorum, bazılarını alışkanlıktan izlemiş olmak için izliyorum. Hepsi olmasa da aklıma gelenler hakkında kısaca düşündüklerim;

“How I Meet Your Mother”… Lütfen bit artık. Eskiden kahkahalarla gülerken şimdi gülümseyemiyorum bile.
“The Big Bang Teory”… Tek kelime ile hastasıyım. Çizgilerini hiç bozmadan yardırmaya devam ediyorlar. Artı dizide bahsedilen nerdish şeyler zaten direk bana hitap ediyor.
“Modern Family”… Keyifle takip ediyorum. Hala gideri var.
“Dexter”… Millet çoktan bitirdi ben geriden geliyorum. 4. sezona geçtim ama bu hızla yakında biter. Şimdilik gayet iyi gidiyor. Arıza karakteri severim.
“Mad Men”… Acayip bir cazibesi var bu dizinin. Bu sene son sezonu başlayacak.
“Downton Abbey”… Dönem filmlerini ve dizilerini severim hele ki İngiltere ise bayıla bayıla. Ah o aksan yeter zaten.
“Game of Thrones”… Benim gibi fantastik hastası bir hatunun kaçıramayacağı bir dizi ama aynı zamanda kitabını da okuduğum için kıyaslama yapmam gerekirse tabi ki de kitap çok çok daha iyi.
“Homeland”… Başlarda emin olamıyordum. Sonradan oldukça sardı.
“The Legend of Korra”… Avatar aşkına izliyorum. 2. Sezon pek iyi bir başlangıç yapamadı bana göre. “Vikings”… İlk sezon beklentilerimin üzerindeydi. 2.’yi merakla bekliyorum. Ah zaten casting yeterli izlemem için
“Hart of Dixie”… Guilty pleasure’ım :)
“The Walking Dead”… Severek takip ettim ama sanki biraz teklemeye başladı. Bu sezon nasıl olacak hiçbir fikrim yok.
“The Good Wife”… Öylesine başladığım ama sonra hastası olduğum bir dizi. Avukatlık dizisi demek hafif kaçar.
“True Blood”… Lütfen sende bit artık.


Bunların haricinde Digiturk’te denk geldikçe izlediğim “CSI”, “The Castle” gibi çıtırlık polisiyelerim var. Ve başlayıp ta bir yerlerde tıkandıklarım var. “The Vampire Diaries”, “Supernatural”, “Glee” gibi. Bir gün onları da bitirmeyi planlıyorum ama 24 saat yetmiyor.

8 Ekim 2013 Salı

Dikkat bağımlılık yaratır!

Sene 2005... Sabah uyandığımda görüyorum ki; bilgisayarımın üzerinde bir oyun kutusu ve yanında da bir not var. Ev arkadaşım bana hediye aldığını söylüyor. Oyun ise World of Warcraft. İşte her şey böyle başladı. Bir oyun insanın hayatını değiştirir mi? Evet hem de fena şekilde.

10 yaşımda babamların bana aldığı ilk bilgisayar ile başlayan oyun aşkım bu yaşıma kadar hiç azalmadan (hatta artarak) devam etti. RPG, advanture, strateji, simülasyon... Tamam oynamayı çok seviyordum ama sonuçta sosyal hayattan beni uzak tutacak kadar da değildi. Taki Wow'la tanışana kadar. Kısa dönem haşır neşir olduğum Ultima Online'nı saymazsak ilk gerçek anlamda mmorpg deneyimimdi. Üniversiteden yeni mezun olmuştum, sürekli devam ettiğim bir işim yoktu ve en önemlisi ciddi bir ilişki yaşamıyordum. Kısacası ortam müsaitti ve bende giriştim oyuna. 



Ve aradan geçen 8 yılın ardından dostum dediğim insanlar tanıdım. Oyun öncesinde şimdi gereksiz olduğunu fark ettiğim çevreden uzaklaştım ama en önemlisi hayatımın aşkı kocamla oyundan tanıştım. Bizim romantik ilişkimizde oyunda gün batımını izleyerek başladı. 

Tabi başlardaki günde 15-16 saat aç gibi oynamalar, işe girmemle geceleri 4-5'e düştü. Hard core PVE ci olarak geç saatlere kadar süren raidler yüzünden az uykusuz gitmedim işe. Ama sonuçta zaman geçiyor, insan değişiyor, ne yazık ki büyüyor ve her gün aynı şeyi yapmak sıkılıyor. Benimde Wow'um yavaş yavaş azaldı ve bitti. 



Hayır bitmedi lanet olsun. Sigara gibi bırakıp bırakıp dönüyorum. 3 gün önce aylardır kapalı olan accountumu gene açtım. Bizim gibi Wow'cu evli bir çift yakın arkadaşımız bize gelmişti. Saçma sapan gaza getirdik birbirimizi. Kafamda güzel. Açtım 1 aylık acc'mu. Sabah kalktığımda hay ne bok yedim ben oldum gene. Yok arkadaş hani artık raid yapma düşüncesi bile öğürmeme yol açıyor. Akşam yemeğini ye sonra koştur koştur bilgisayarın başına otur, saatlerce de kalkama. Düşüncesi bile içimi daraltıyor. Hani casual bir oyuncu da olamıyorum. Her seferinde bokunu çıkarıyorum, öyle efendi efendi bir saat oynayıp çıkayım yok. Pazar sabahı oturdum başına kalktığımda gece olmuştu. 

Kısaca bu oyun çok önemli benim için. Yani hayatımın aşkını buldum daha ne olsun. Ama bir yandan da fena çok fena, kurtulamıyorum şerefsizden. 

Dip not: Yazdıklarımı okudum da.. Bende ciddi bir arıza var :)



27 Eylül 2013 Cuma

Kuru Şampuan

Saçlarımla aramda bir nefret aşk ilişkisi var. İnce telli, düz, açık renkli olmalarını seviyorum. Ama diğer yandan yıkandıktan iki gün sonra yapış yapış olan yağlı yapıları var. Her gün yıkanmayın diyorlar ki zaten her gün banyo bayar, üşenirim. İlk gün iyi hoş, sorun yok ama ikinci gün sanki 1 haftadır yıkanmamışım havasına bürünüyor ki oldukça sinir bozucu.



Bir sürü markanın ayrı ayrı şampuanlarını denedim. Yani bazıları diğerlerine göre daha iyi ama sonuçta şu ana kadar hiç biri beni tam olarak tatmin etmedi. Sanırım 5-6 ay önce blog siteleri, forumlar arasında dolanıp yeni bir şampuan aranırken keşfettim kuru şampuanı. Ne kadar zamandan beri piyasada bilmiyorum ama kim icat ettiyse allah razı olsun çünkü gerçekten işe yarıyor.



İlk John Frieda'nın kuru şampuanını aldım. Fiyatı 20-30 TL arasındaydı. İlk denemem olduğu için hiç bir beklentim yoktu. O yüzden işe yaradığını görünce baya bir heyecanlandım ve bittikten sonra diğer markaları denemeye başladım. Bir sonraki aldığım Toni&Guy'ın kuru şampuanıydı. Bundan daha çok memnun kaldım ama 40 TL gibi bir fiyatı var ki bence anlamsız fazla. Şu anda ise Schwarzkopf'unkini deniyorum. Ve kesinlikle en çok bundan memnun kaldım. Hem 18 TL gibi uygun bir fiyatı var hem de gerçekten çok işe yarıyor. Bundan sonra daha fazla aranmak yerine bu markadan devam edeceğim sanırım. Tabi bu muhteşem ürünün saça olan zararları hakkında hiç bir fikrim yok. İçeriğini de kurcalamadım. Ya zaten belki hiç bir zararı yoktur diye kendimi kandırmaya çalışsam da pek sanmıyorum ama umurumda da değil açıkçası. Beni büyük bir dertten kurtardı sonuçta.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Bir dönemin bitişi: "Zaman Çarkı"

2004 senesinde başladığım "Zaman Çarkı" (The Wheel of Time,1990) maceram 2 hafta önce son buldu. Son kitabın, son sayfasını kapattıktan sonra tarif edilemez bir boşluk hissettim. Okurken ara ara ağladığımı da itiraf etmem lazım. 14 kitaptan oluşan "Zaman Çarkı" şu ana kadar yazılmış en epik fantezi serilerinden biri olmasının yanı sıra benim için ayrıca önemliydi. O karakterlerle beraber bende büyüdüm resmen.



Korkunç sayıda barındırdığı karakterleri, ayrıntılı ve çeşitli kültürleri, aynı anda gerçekleşen maceraları hakkında saatlerce konuştuğumu bilirim. Tabi bu kadar sevdiğini söylerken seriye ne kadar hakimsin diye sorsalar anında uzarım oradan. Neredeyse her kitap arasında 1-2 sene beklemek zorunda kaldığım için unuttuğum çok şey var. Son kitapta bir çok karakteri tekrar görüyoruz ve bir çok kere 'bu kimdi yahuu' diye sormadım değil. Spoiler yeme korkusuyla da wikiye de bakamadım. 1 sene içerisinde tekrar en baştan başlamayı planlıyorum. Bu sefer daha sindire sindire okuyacağım. 1000 sayfalık kitabı sanki biri kaçıracakmış gibi 2 günde bitirmeyeceğim. Hatta zibilyon tane karakteri düzgün hatırlayabilmek için sözlük bile tutmayı düşünüyorum.



"Zaman Çarkı"yla, favori karakterlerimle ilgili yazabileceğim çok şey var ama şimdilik sadece son kitap olan "Işığın Anısı"ndan (Memory of Light, 2013) bahsetmek istiyorum. Robert Jordan'nın serisini bitiremeden vefat etmesi yüzünden son üç kitabı Jordan'nın notlarından faydalanarak Brandon Sanderson yazdı. İlk iki kitap gayet başarılıydı, Robert Jordan'nın eksikliğini pek hissettirmedi. Ama ben açıkçası son kitapta hayal kırıklığına uğradım. Çok daha farklı bir son beklerdim. Ama benim için sorun sadece son da değil, kitabın geneli. En sevdiğim karakterlerin geri planda olması, olay örgüsü... Kitabı bitirdikten sonra hissettiğim boşluk bir süre sonra öfkeyle yer değiştirdi ama tabi elden gelen bir şey yok. Zaten seriye tekrar başlamak istiyordum. Son kitaptan sonra ise kesin karar verdim.






5 Eylül 2013 Perşembe

"Korku Seansı"

Eskiden neredeyse vizyona giren her filmi sinemaya gider izlerdim. TV teknolojisinin gelişmesiyle doğru orantıda artan tembelliğimin üzerine sinemanın ekonomik boyutunu da ekleyince gitme sıklığım gün geçtikçe azaldı. Hatta artık neredeyse 'en son ne zaman gitmiştim yaa' diyecek kadar az. Sinema alışkanlığım yerini o hafta çıkan her DVD'yi almaya dönüşmüştü. Arşiv ve koleksiyon hastalığımın azdırdığı DVD alma manyaklığım da, internetin hızlanması ve torrent gibi tanrı vergisi icatlar sayesinde neredeyse bitti. Ancak kullanılan mekanlar yada aletler değişse bile,  film ve dizi izlemek hala en keyif aldığım şeylerden biri.

Doğum günüm nedeni ile Cinemaksimum bana bir kıyak yaptı ve istediğim bir filme 2 kişilik sinema bileti hediye etti. Beleş bilet olunca eşimle beraber uzun bir aranın ardından sinemada film keyfi yaptık. Seçtiğimiz film ise: "Korku Seansı" (The Conjuring, 2013) Filmle ilgili yorumlarıma geçmeden önce şunu belirtmem lazım. Sinema da film izlediğim süre boyunca aslında yok pahalı, aman evde daha rahat önermelerinin ötesinde neden artık sinemaya gitmediğimi anladım. Etrafımda yanındakiyle hiç durmadan konuşan çiftlere gidip kafa atasım geldi. Abartmıyorum. Yani korku filmi esnasında insanların dikkatli olması lazım yoksa bir cinnete bakar her şey. Gerçekten film izleme kültürü olmayan bir toplumuz. Ne emeğe ne de etrafımızdakilere saygımız var. Daha uzun uzun yazar, söverim de kendimi gaza getirmekten başka bir şeye yaramaz.



"Korku Seansı", "Testere" (The Saw,2004) filminin yaratıcısı tarafından yönetilmiş. İçinde türünün bütün klişelerini bol bol barındıran, gerçek bir hikayeden uyarlandığını iddia eden bir korku filmi. Hiçliğin ortasındaki eski eve taşınan, bol çocuklu mutlu bir Amerikan ailesi ve onlara musallat olan doğaüstü varlıklar. Ama (koca bir AMA) film boyunca gerilmekten kopma noktasına geldim. Baya baya bazı sahnelerde gözümü kapattığımı itiraf etmem lazım. Filmin bazı yerlerinde temposu düşse de, genel olarak beni oldukça tatmin etti. Yani senaryosuna çok takılmadan, gerilmek ve korkmak asıl amaçsa, bu film bunları oldukça yerine getiriyor. Ayrıca bir korku filmine göre, görüntü ve mizansenin de gayet başarılı olduğunu söylemem lazım. Yani bence her türlü gideri var.


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Diyet sorunsalı

Ah.. Ah...Gençken ve zayıfken her şey daha kolaydı. Her istediğimi yiyor, içiyor üstüne de istediğimi giyebiliyordum. Sanırım 28 yaş civarında yavaş yavaş, sinsice başladı. İlk kilo alıyorum dediğimde (ve çevrem tarafından uyarılmaya başladığımda) hala çok geç değildi ama bir noktadan sonra ipin ucu kaçtı. Sonrası ise korkunç bir paradoksa döndü. Eski fotoğraflara bakıp iç geçirip gaza gelmek. Ama keyif pezevengi yapımın diyetleri ve sporu inatla bünyeye kabul etmemesi. Her pazartesi farklı farklı diyetlere başlayıp, daha akşamı görmeden ustaca yalanlarla bir sonraki pazartesiye atılan kilo verme çabaları...




Olay sadece kilo vermekte değil aslında. Yaş 32 olunca hafiften bir göt korkusu başlıyor. Kolesterol, şeker gibi daha önce aklımın ucundan geçmeyen şeyler hafiften göz kırpar oldu. Sonuçta estetik kaygıların yanında daha sağlıklı bir yaşam arzusu da var.

İşte arzu varda icraat yok. Lanet sigarayı bile bırakamıyorken diğer çabalarım zaten oldukça boş gözüküyor. Ama bunları neden yazıyorum... Artık harekete geçme vakti çünkü ne yazık ki giden zamanın dönüşü yok. Her ne kadar kendime olan inancım ve güvenim yerlerde sürünse de bir kere daha deneyeceğim. Yarın diyetisyene gidiyorum(bilmem kaçıncı defa). Belki bu sefer başarırım. Olur mu olur...


22 Mayıs 2013 Çarşamba

Bu aralar ne izliyorum?

Toplamda kaç tane dizi takip ediyorum hiç bir fikrim yok. Saymaya başlayınca sıkılıp bırakıyorum. Türk dizileriyle pek hatta hiç alakam yok. Ne yazık ki benim zevkime hitap etmiyorlar. Peki bu aralar neler izliyorum? Bir çok takip ettiğim dizi sezon finallerini yaptı. Bölümleri hala devam eden Mad Men ve Game of Thrones var. Ama asıl bahsetmek istediğim ise yeni bir dizi ; Vikings. Ben kendisini keşfettiğimde sezon finalini çoktan yapmıştı.



Dizinin adından da anlaşılacağı üzere MS 850 yıllarında geçen ve Viking uygarlığını anlatan tarihi bir dizi. Dizinin merkezinde Ragnar Lothbrok isimli bir savaşçı ve ailesi var. Ki kendisi bir çok sagaya konu olmuş efsanevi bir Viking savaşçısıymış. Ben İskandinav mitolojisini ve kültürünü beğenen ve ilginç bulan biri olduğum için dizi de direk beni içine çekti. Zamanındaki inançları, kültürleri, siyasi ve aile yapıları... Kısaca ben tuttum bu diziyi. Öyle inanılmaz entrikalar, sürükleyici aksiyonlar içermiyor ki belki bu kültüre özellikle ilgi göstermeyenleri biraz sıka bilme potansiyeli var.



Dizideki oyunculuklar kimi yerde biraz abartı geldi bana ama genel olarak beğendim. Tabi aslında burada bahsetmem gereken oyunculuklarından ziyade oyuncuların ta kendisi. Hepside sağ olsunlar devasa ve göz alıcı. Ki IMDB'den girip profillerine baktığımda amann o kadarda etkili değilmişler ki dedim ama dizide o kostümlerin içinde nefessiz bırakıyorlar.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Alışveriş bağımlılığı...

Ben kendimi bildim bileli mağaza mağaza dolaşmayı, saatlerce alışveriş yapmayı hiç sevmem. Kalabalık, ensemden ayrılmayan satıcılar boğar beni. Zaten öyle çok meraklısı da değilim. Her durum için bir kaç parça eşyam olsun yeter.

Gel gör ki şu internet beni fena bozdu. Bütün günüm bilgisayar başında geçiyor. Ee haliyle internetteyim. En masumca baktığım sayfanın bile sağında solunda reklam bannerları var ki google amca sağ olsun hepside benim ilgimi çeken cinsten. Her ay başı bak bu ay bir şey almak yok diyorum demesine de daha ilk haftadan kendime verdiğim sözden dönüyorum. Mesela biraz önce Balköpüğü Tasarım'da alışveriş sitesi romwe.com'da indirim olduğunu gördüm. Beynimin 'girme, bakma! bak bakarsan alırsın' uyarılarını hiçe sayarak tıkladım linke ve tabi ki de bir şeyler buldum alacak. Üstelik large almam gerekirken nasıl olsa kilo vereceğim düşüncesiyle medium alacak kadarda şuursuzum.

Timsah göz yaşlarım bir yana aldığım şeye ise bayıldım. İndirimle beraber 15$  aldım ki kargo ücreti yok.




10 Mayıs 2013 Cuma

Merhaba...

Uzun zamandır yapmayı düşündüğüm, istediğim ama her seferinde üşendiğim blog sayfamı sonunda yarattım. Sancılı bir isim bulma evresinden, daha da sancılı bir 'acaba nasıl bir tasarımı olsa' sorunsalının ardından ilk yazımla blog dünyasına giriş yapıyorum. İçerik olarak hala kafamda kesin hatlar yok. Genel olarak 30'lu yaşlarında evli ama hala nerd zevklerinin peşinde, inatla büyümeyen bir hatunun birbirinden alakasız postları olacakmış gibime geliyor. Hayırlısı...

Follow my blog with Bloglovin